İcra taahhüdü, ödeme sözleşmesini ihlal ettim, ne olur? Ne yapmalıyım? Cezası nedir?

İcra taahhüdü, ödeme sözleşmesini ihlal ettim, ne olur? Ne yapmalıyım? Cezası nedir?
11 Mart 2020 No Comments İcra Hukuku cemakyazi

İcra takibi, süresi içinde itiraz edilmediği takdirde kesinleşir. Eğer eve hacze de gelindiyse durum özellikle sosyal anlamda kriz boyutuna ulaşır. Genellikle anneler tarafından icra taahhüdü (ödeme sözleşmesi) düzenlenmesiyle eve hacze gelinmesinin önüne geçilmeye çalışılır.

İcra taahhüdüne uymayarak ödemeleri yapmazsanız bunun 3 aya kadar tazyik hapsi şeklinde bir müeyyidesi vardır. Ancak bu aşamada dahi birçok noktada ceza almayarak bu müeyyideden kurtulma durumunuz vardır.

Genel başlıklar halinde sıralarsak;
– Üzerinizde hiçbir malvarlığının olmaması maddi gücünüzün ödeme yapmaya gerçekten elverişli olmaması
– Evli iseniz eşinizin rızası mutlaka olmak zorundadır
– taahhüdünüzün ödenmeyen taksidi için, vade tarihinden itibaren en geç 90 gün içerisinde hakkınızdaki ihlal davası açılmış olmalı
– taahhüt tutanağındaki imza ıslak imzalı olmalı
– faiz tutarları ve diğer hesaplamalar taahhüdünüzü içeren sözleşmede açıkça belirtilmiş olmalı. Ayrıca her kalem ayrıca belirtilmiş ve karşısına tutarı yazılmış olmalıdır.
-İcra dosyasındaki asıl alacak asgari ücretin üzerinde olmalıdır.
– Ödediğiniz tutarlar icra dosyasına tahsilat bildirimi şeklinde yapılmış olmalı

gibi noktalara dikkat ederek hakkınızda hükmolunabilecek 3 aya kadar tazyik hapsi cezasına karşı savunma yaparak bu cezadan kurtulabilirsiniz.

Kesinlikle önem arz eden ve takip edilmesi gereken bir husustur, avukat aracılığı ile takipte yarar olacaktır. Ancak zaten maddi durumunuz elverişli olmadığı için bu durumdasınız, avukat ile yaptığınız görüşmede kolaylıklar talep ediniz. Hatta gerekirse adli yardım kapsamında avukat tayin edilmesini talep ediniz.

Diğer Kısa Bilgiler:

TAAHHÜDÜ İHLAL ETTİĞİNİZDE HAKKINIZDA ALACAKLININ YAPACAĞI İŞLEM VE SİZİN YAPMANIZ GEREKENLER NELERDİR.?

1-Taahhüdü ihlal sucundan sadece bir kereye mahsus 3 ay hapis cezası verilebilmektedir.
2-Her taksit ayrı ayrı suç oluşturmamaktadır.
3-Mesela taahhüdü 7 taksit yaptınız, ilk 3 taksidi ödendi diğerlerinin ödemesini yapılamadı. 4. taksitten şikayet ettiniz 3 ay hapis cezası verildi. Eğer bu hapsi yatar çıkarsanız artık diğer taksitler içinde ceza verilmemekte ve taahhüt ortadan kalkmış olmaktadır.
Yanlız bir taksitte ceza 1 ay cıktı şahıs bu cezayı yattı ve çıktı, geriye 2 ay tazyik hapis cezası durmaktadır. Diğer taksitleri ihlal ederseniz o zaman bu kalan 2 ayı da ceza olarak verilebilmektedir. Burada izah etmek istenen yani taahhüt boyunca sadece 3 ay hapis verilebildiğidir. Her taksit ihlal edildiği için üst üste 3 ay ceza alınmaz.

AŞAĞIDA YER ALAN KARARLARI MUTLAKA İNCELEYİNİZ

T.C.
YARGITAY
16. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO. 2004/862
KARAR NO. 2004/4654
KARAR TARİHİ. 23.3.2004

KARAR : İcra Müdürü’nün huzurunda düzenlenmeyen ve İcra Müdürü’nün imza ve onayını içermeyen taahhüd hukuken geçersiz olduğu gibi, ödenmesi gerekli toplam borç miktarının tüm fer’ileri ile birlikte belirlenip gösterilmemiş olması nedeniyle de taahhüd geçersizdir. Bu nedenle atılı suçun oluşmayacağının gözetilmeksizin, sanığın beraati yerine yazılı olduğu şekilde mahkumiyete dair hüküm kurulması isabetsiz bulunduğundan temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün istem gibi BOZULMASINA, 23.3.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

T.C.
YARGITAY
16. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2005/79
KARAR NO. 2005/1131
KARAR TARİHİ. 23.2.2005

KARAR : İİK’nun 340. maddesinde düzenlenen suçun oluşabilmesi için öncelikle hukuken geçerli taahhüdün olması gerekir. Sanığın taahhütte bulunduğu tutanakta borcun tamamını faiz, masraf ve fer’ileriyle birlikte ayrıntılı olarak göstermediği, dolayısıyla taahüdün geçersiz olduğu gözetilmeksizin sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi isabetsiz olup;

………….6. İCRA CEZA MAHKEMESİ
ESAS NO : 20…./…
KARAR NO : 20…./…
İCRA NO : 20…./…
HAKİM :…………….
KATİP :………………
MÜŞTEKİ :………….
SANIK :……………..
SUÇ: Borçlunun Ödeme Şartını İhlali (Teşebbüs)
DAVA TARİHİ: ../../20…..
KARAR TARİHİ: 10/12/2015

Kanun:2004-Madde:340

Tüm dosya ve icra dosyası kapsamına göre; taahhüdü ihlal suçunun oluşabilmesi için borçlunun ödeyeceği tüm miktarın ferileriyle birlikte hesaplanıp borçluya bildirilmesi, borçlunun taahhüt teklifinde bulunması, alacaklının teklifi kabul etmesi bunun üzerine borçluya taahhüdü ihlalin müeyyidelerin anlatılmasının ve taahhüdün icra dairesinde yapılması gerektiği; taahhütname incelendİğinde, borcun tüm miktarı ferileri ile birlikte belirtildiği, borçlunun taaahhüd teklifinde bulunduğu, alacaklının teklifi kabul ettiği, borçluya taahhdüdü ihlal müeyyidelerinin anlatıldığı, tutanakta alacaklı vekili, borçlu ve icra memurunun imzasını taşıdığı, hususu tespit edilmiştir. Bununla beraber taahhüd icra dairesinde verilmeyip, haciz sırasında verilmiş olup borçlunun iradesinin etkilenip etkilenmeyeceği hususunun araştırılması gerekliliği hasıl olmuştur.

İcra ve İflas Kanunumuzun 340 maddesi taahhüdün, icra dairesinde verilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Bu ifade yasa koyunun bilinçli bir tercihi olup olmadığını günümüz modern hukuk ilkeleri ışığında değerlendirilmelidir.

“Borçlar hukukuna egemen olan sözleşme özgürlüğü ilkesi, bireylerin irade özerkliğinin bir gereğidir. Bunun sonucu olarak her bireyin, bir başkasıyla kuracağı sözleşmeye dayalı iradi ilişkinin kurallarını, kendi iradesiyle ve karşı tarafla anlaşarak belirleyebileceği kabul edilir. Borçlar Kanunu’muzun sözleşme ilişkisini düzenleyen hükümleri, bireysel sözleşmeleri esas alan bir sistematiğe sahiptir. Kanun’un esasını oluşturan bu sistemde, sözleşmelerin ekonomik ve sosyal statü bakımından aşağı yukarı eşit kişiler arasında, eşit şartlar altında kurulduğu varsayılmıştır. Ancak bu kabul, ekonomik ilişkilerin seyri içinde hiç de adil olmayan ve öyle görünse de gerçek anlamda bir irade özerkliğinden bahsedilemeyecek sonuçların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Daha doğru ifadeyle, sözleşme serbestîsi ilkesi, kapitalist ekonomik işleyişte, güçlü sermaye gruplarının hâkimiyeti karşısında iradesini sağlıklı şekilde ortaya koyamayan, hatta içinde bulunduğu koşullar gereği sağlıklı bir irade oluşturamayan bireyleri koruyamamıştır. Bu önemli toplumsal sorun, “herkesin sözleşme özgürlüğü vardır” denilerek çözülememiştir. Sözleşme özgürlüğü ilkesi özellikle, tüketici hukukunda tüketiciler yararına törpülenmeye başlanmış, bugün gelinen noktada sözleşmeye, tüketiciler yararına olmak üzere hâkimin, hatta önleyici olarak idarenin müdahalesi yaygın olarak kabul görmüştür. Ancak, kanun yoluyla sözleşmelere müdahalenin, sadece tüketici hukukunda ve tüketiciler yararına öngörülmesi de yeterli olmamıştır. Büyük sermaye grupları karşısında küçük ve orta ölçekli işletmeler lehine sözleşmelere müdahale etme, bir denetim mekanizması kurma ihtiyacı da gün geçtikçe kendisini göstermiştir. Kapitalist sistem, kendisini koruyabilmek için bu müdahalenin kaçınılmaz olduğunu fark etmiştir.” Nitekim Türkiye’de de hem tüketici hukuku alanında tüketiciler lehine hem de ticaret hukukunda küçük ve orta ölçekli işletmeler lehine sözleşmelere müdahale edilmesini sağlayacak mevzuat gelişmeleri, geç de olsa yaşanmaya başlamıştır. Bu gelişmelerden sonuncusu, yeni Borçlar Kanunu’na genel işlem koşullarına ilişkin hükümlerin girmesi olmuştur. Bu hususta yeni Ticaret Kanunu’nda da önemli yenilikler vardır.

Standart sözleşme, tip sözleşme, formüler sözleşme gibi adlarla anılan genel işlem şartlarına ilişkin düzenlemedir. Sözleşmeyi hazırlayan ve hakim durumda olan tarafın, sözleşme içeriğini önceden tek başına belirlemek suretiyle tek tip bir akit halinde karşı tarafın kabulüne sunduğu sözleşme maddeleridir. Standart sözleşmelerin işbu tek taraf hakimiyetinde oluşan görünümü irade serbestisi ilkesi ile çelişmektedir. Çünkü sözleşme hukuku bağlamında irade serbestisi, kişilerin diledikleri kişi ya da kişiler ile sözleşme yapabilmeleri, sözleşmenin konusunu belirleyebilmeleri ve içeriğini düzenleyebilmelerini ifade eder. Oysa standart sözleşmelerde sözleşmenin kuvvetli tarafı, kendi menfaat ve risklerini akde dilediği şekilde geçirebilmekteyken, diğer taraf mevzubahis genel işlem şartlarının varlığından dahi habersiz, sözleşme içeriğini ve genel işlem şartlarını tam olarak algılayıp olası sonuçlarını değerlendiremeden akdi kabul etmek zorunda kalmaktadır.

14.03.2003 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan bir değişiklik ile 4077 sy. Kanun’a eklenen 6ıncı maddede, satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, iyi niyet kurallarına aykırı düşecek şekilde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları “Haksız Şart” olarak ifade edilmiştir. İlgili madde uyarınca, haksız şartların tüketici için bağlayıcı olmadığı belirtilmiştir.

Borçlar Kanunun 21. Maddesi ise şu şekildedir: Karşı tarafın menfaatine aykırı genel işlem koşullarının sözleşmenin kapsamına girmesi, sözleşmenin yapılması sırasında düzenleyenin karşı tarafa, bu koşulların varlığı hakkında açıkça bilgi verip, bunların içeriğini öğrenme olanağı sağlamasına ve karşı tarafın da bu koşulları kabul etmesine bağlıdır. Aksi takdirde, genel işlem koşulları yazılmamış sayılır.

Sözleşmenin niteliğine ve işin özelliğine yabancı olan genel işlem koşulları da yazılmamış sayılır. “

Sözleşme irade özerkliğini sakatlayan bir başka uygulamada işcilerin iş akti devam ederken yapmış ldukları ibra sözleşmeleridir. Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin kökleşmiş içtihatları çerçevesinde, iş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersiz sayılmaktadır. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumda ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkün olduğundan, Dairece kararlılık kazanmış uygulama gereği bu sözleşmeler geçersiz sayılmaktadır.

Ortada bir sözleşme var ise bu sözleşmenin Türk Borçlar Kanununun sözleşme ile ilgili hükümlerine bakarak tarafların serbest iradesi ile iradelerinin herhangi bir fesata uğramadan , ya da kişilerin iradesi hilafına bir durumun meydana gelmeden yapılmış olması gerekir.TBK 1. Madde : “Sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulur”

Yüksek mahkeme borçlu ve alacaklı arasında yapılan taahhüdün bir sözleşme olup icap ve kabul şartlarının gerçekleşmesi gerektiğini belirtmiştir.

Haciz sırasında verilen taahhüdün geçerli olup olmadığına dönecek olursak; haciz baskısı altında, o an için haciz yapılacak korkusu ile, iradesini dış dünyaya tam olarak ve istediği gibi yansıtılamadan, başka çaresinin bulunmadığını düşüncesiyle verilen taahhüt, kişinin iradesini serbest şekilde yansıtmayacağı, haciz baskısı olmasa belki de bu taahhüdü ya hiç vermeyeceği ya da bu taksit sayısınca vermeyeceği, borçlunun sözleşmeyi kurmak için öne sürdüğü iradesini ortaya koyduğu an, borçlunun iradesinin serbest olmayacağı anlaşılmıştır.

Bu hususlar bir kül olarak değerlendirildiğinde ,taahhüdü ihlal suçundan ceza verilebilmesi için öncelikle ortada geçerli bir taahhüd olması gerekir. Yukarıda da gerekçelendirdiğimiz şekilde ortada geçerli bir taahhüdden bahsetmemiz mümkün değildir. Bu takdirde geçerli olmayan bir tahhüdden kişiye ceza verilmesi hukuken mümkün olmayıp, sanık hakkında aşağıdaki şekilde beraat kararı verilmiştir.

HÜKÜM:Gerekçesi ayrıntılı kararda açıklanacağı üzere;

Sanığın üzerine atılı taahhüdü ihlal suçunun unsur ve vasıfları oluşmadığından müsnet suçtan BERAATİNE ;

Müştekinin yaptığı yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına ,

Dair, 5358 Sayılı Kanunun 21. Maddesiyle değişik İ.İ.K’nun 353/1 Maddesi uyarınca tefhim veya tebliğden itibaren 6217 Sayılı kanunun 5. Maddesi gereğince İstanbul 6. İcra Ceza Mahkemesi nezdinde 7 gün içerisinde itirazı kabil olmak üzere müşteki vekilinin ve sanığın yüzüne karşı verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 10/12/2015

T.C.
YARGITAY
16. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO. 2004/7754
KARAR NO. 2004/11131
KARAR TARİHİ. 13.10.2004


> TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇU ( Sanığın Borcunu Ödeyecek Durumda Olup Olmadığının Araştırılması ve Malvarlığının İspatı İçin Alacaklıya Olanak Tanınması Gereği )

> BORCUNDAN DOLAYI KİMSENİN CEZALANDIRILAMAMASI ( Taahhüdü İhlal Eden Sanığın Borcunu Ödeyecek Durumda Olup Olmadığının Araştırılması ve Malvarlığının Tesbiti İçin Alacaklıya Olanak Tanınması Gereği )

> EKONOMİK NEDENLERLE BORCUNU ÖDEYEMEYEN BORÇLU ( Taahhüdü İhlal Suçundan Dolayı Cezalandırılamaması – Mahkemece Borçlunun Ekonomik Durumunun Araştırılması Gereği )

2004/m.340

2709/m.38/8

ÖZET : Dava, taahhüdü ihlal nedenine dayalıdır. İİK’nun 340. maddesinde öngörülen “makbul sebep” kavramı ile Anayasa’nın 38/8. maddesinde öngörülen “yerine getirememe” kavramlarının açıklanması gerekli görülmektedir. Uygulamada hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar makbul sebep olarak kabul edilmektedir. Anayasa’da belirtilen “yerine getirememe” kavramı “makbul sebebi de” kapsayacak biçimde daha geniş anlam ifade etmektedir. Borçlunun ekonomik gücü olmaması nedeniyle ve çaresizlikten borcunu ödeyememe “yerine getirmeme” olarak kabul edilerek sanığa hürriyeti bağlayıcı ceza verilmemelidir. Borcu “yerine getirmeme” ile “yerine getirememek” kavramları kast ve ödeme gücü bakımlarından farklı olduğu gibi bunlara uygulanacak yaptırımlar da farklıdır. Zira, Anayasa borcu yerine getirmeyeni değil, getiremeyeni korumaktadır. Bu nedenle ödeme gücü olduğu halde borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılması zorunludur.

DAVA : Taahhüdü ihlal suçundan sanık N’nin İİK’nun 340. maddesi gereğince 1 ay hafif hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş, hüküm yasal süresi içerisinde sanık vekili tarafından temyiz edildiğinden Yargıtay C.Başsavcılığı’nın bozma istemli tebliğnamesiyle dosya daireye gönderilmiş olmakla, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okunarak gereği görüşüldü:

KARAR : Suça konu taahhüdü içeren 27.05.2003 tarihli icra tutanağında gösterilmemekle birlikte, aynı tarihli hesap tablosunda taahhüd edilen miktarın tüm fer’ileri ile birlikte ayrıntılı olarak hesaplanıp gösterildiği anlaşılmakla tebliğnamedeki düşünceye iştirak edilmemiştir. Ancak;

Şikayetçi ( alacaklı )vekili, borçlu hakkındaki İcra takibinin kesinleştiğini, borçlunun ödeme taahhüdünde bulunduğunu ve bu hususun alacaklı vekili tarafından kabul edildiğini, borçlunun taahhüdünü ihlal ettiğini ileri sürerek UK’nun 340. maddesi gereğince cezalandırılmasını istemiştir.

Mahkemece sanığın üzerine atılı taahhüdü ihlal suçunu işlediğinden bahisle mahkumiyete dair hüküm kurulmuş ise de; yapılan araştırma, inceleme ve uygulama hükme yeterli değildir.

İİK’nun 340. maddesinde “…alacaklının muvafakatı ile İcra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun alacaklının şikayeti üzerine cezalandırılacağı” öngörülmüştür.

Anayasa’nın 38. maddesine 4709 Sayılı Kanunla “Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz” hükmü eklenmiştir.

İİK’nun 340. maddesinin 2. cümlesi de icra dairesinde alacaklı ile borçlu arasında kararlaştırılan ödeme şartından söz etmektedir. Borçlu ile alacaklının iradelerinin birleşmesi sözleşme niteliğindedir. ( B.K. 1 )İcra müdür veya yardımcısının sözleşmeye müdahale etmesi, sözleşmeyi değiştirmesi olanaksızdır. İcra dairesi icranın tarafları olan alacaklı ve borçlunun beyanlarını tutanağa geçiren ve tutanağı düzenleyen merci konumundadır.

Bu husus İİK’nun 8. maddesinde açıkça vurgulanmıştır. Açıklanan nedenlerle icra dairesi sözleşmenin tarafı olarak kabul edilemez. Alacaklı ile borçlu arasındaki ödeme şartına uyulmaması sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün ihlali niteliğindedir.

Anayasa’nın 38/8. maddesinin somut olayda uygulanması gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

Anayasa normlar hiyerarşisinin tepe noktasındadır. Üstün norm olması nedeniyle uygulanmak zorunlu olduğu gibi, sanık lehine hüküm getirdiğinden T.C.K’nun 2/2 maddesi uyarınca da ilgili olaylara doğrudan uygulanması zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır.

İİK’nun 340. maddesinde öngörülen “makbul sebep” kavramı ile Anayasa’nın 38/8. maddesinde öngörülen “yerine getirememe” kavramlarının açıklanması gerekli görülmektedir.

Uygulamada hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar makbul sebep olarak kabul edilmektedir. Anayasa’da belirtilen “yerine getirememe” kavramı “makbul sebebi de” kapsayacak biçimde daha geniş anlam ifade etmektedir. Borçlunun ekonomik gücü olmaması nedeniyle ve çaresizlikten borcunu ödeyememe “yerine getirmeme” olarak kabul edilerek sanığa hürriyeti bağlayıcı ceza verilmemelidir.

Borcu “yerine getirmeme” ile “yerine getirememek” kavramları kast ve ödeme gücü bakımlarından farklı olduğu gibi bunlara uygulanacak yaptırımlar da farklıdır. Zira, Anayasa borcu yerine getirmeyeni değil, getiremeyeni korumaktadır. Bu nedenle ödeme gücü olduğu halde borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılması zorunludur.

Alacaklıya sanığın mal varlığını kanıtlamak üzere olanak tanınmalı, bildireceği tüm deliller toplanarak ve birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmelidir.

SONUÇ : Temyiz itirazlarının bu nedenlerle kabulü ile hükmün BOZULMASINA 13.10.2004 gününde oybirliği ile karar verildi

T.C.
YARGITAY
16.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2010/436
KARAR NO: 2010/1602
KARAR TARİHİ: 01.03.2010


ÖZET: Tazyik hapsinde amaç yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamaktır. Borçlu, ödeyebileceği bir borç için taahhütte bulunmalıdır. Borçlu tarafından borcun makbul sebep sebebiyle yerine getirilemediği ileri sürülmediğine göre, mahkemeden resen bu konunun araştırılması da beklenmemelidir. İtirazın reddi gerekir.
(2004 S. K. m. 340) (5271 S. K. m. 271, 309) (2709 S. K. m. 2, 10, 11, 13, 38) (ANY. MAH. 28.02.2008 T. 2006/96 E. 2008/65 K.)

DAVA: Ödeme şartını ihlal eyleminden borçlu H. P.’ın, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına dair Ödemiş İcra Mahkemesinin 17.04.2009 günlü ve 2008/3170 esas, 2009/967 s. kararına karşı yapılan itirazın kabulü ile anılan kararın kaldırılmasına, müteakip işlemlerin mahkemesince yapılmasına ait Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesinin 17/06/2009 günlü ve 2009/477 değişik iş s. kararını kapsayan dosya incelendi.

Tebliğname ile;

Ödemiş İcra Müdürlüğünün 2008/1131 sayılı takip dosyasında icra dairesinde 10/11/2008 gününde düzenlenen talep ve taahhütname tutağında belirlenen taahhüdün alacaklı vekili tarafından da kabul edildiği, ancak borçlunun ihlâlde bulunduğu, geçerli bir taahhüt söz konusu olduğu gözetilerek itirazın reddi yerine kabulü ile yazılı biçimde karar verilmesinde,

Ödemiş İcra Ceza Mahkemesi’nce verilmiş bulunan karara karşı yapılan itirazın kabul edilmiş olması karşısında, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 271/2. maddesi hükmü gereğince, itirazın konusu hakkında da bir karar verilmesi gerektiği gözetilmeksizin, yazılı biçimde hüküm kurulmasında isabet görülmemekle anılan kararın 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 15/12/2009 tarih ve B.03.0.CIG.0.00.00.04-105-35-8324-2009/14425/70774 s. yasa yararına bozma istemine atfen Yargıtay C. Başsavcılığının K.Y.B. 2009/296882 s. tebliğnamesiyle talep edilmiş olmakla, gereği görüşüldü:

KARAR: Borçlu aleyhine Ödemiş 2. İcra Müdürlüğü’nün 2008/1131 esas sayılı dosyası ile başlatılan icra takibinde 1.11.2008 gününde düzenlenen tutanakta borcun tamamını 15.12.2008 gününde ödemeyi taahhüt ettiği, belirlenen tarihte borcu ödememesi sebebiyle şikayetçi vekili tarafından 24.12.2008 havale günlü dilekçe ile İİK’nun 340. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle şikayette bulunulduğu, Ödemiş İcra Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 17.4.2009 tarih, 2008/3170 esas ve 2009/967 s. kararla borçlunun üç aya kadar tazyik hapsi cezası ile cezalandırılmasına dair kararın sanığın itirazı üzerine mercii Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesi’nce <…..ödeme gücü olduğu durumda borcu yerine getirmeyen ve taahhüdü ihlal edenlerin cezalandırılması zorunludur. Taahhüdü yerine getirememe nedeni, düzenlenen ödeme taahhüdüne göre belirlenememiştir. Sanığın, kararlaştırılan taahhüdü ne yaparak yerine getireceğine ve geçim kaynağına ait taahhütte bulunma gerekçesi düzenlenen tutanakta belirtilmemiştir. Anayasa’nın 38. maddesinin 8. fıkrası gereği sanığın taahhüdü yerine getirmeme amacının ve borcu ödeme gücünün icra dosyasında araştırılması gerekmiştir…..> gerekçesi ile itirazın kabulüne, icra mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve müteakip işlemlerin mahkemesince yapılmasına karar verilmiştir.

Borçluya isnat edilen eylem 2004 sayılı İİK’nun 340. maddesinde, <111 inci madde mucibince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun, alacaklının şikayeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi üç ayı geçemez.> biçiminde düzenlenmiştir. Maddede <makbul bir sebep olmaksızın> ödeme şartını ihlal eden borçlunun cezalandırılacağı öngörülmekte olup, postaya tarihinden önce verilen taksidin icra dosyasına gecikerek girmesi, hastalık, yangın, su baskını ve deprem gibi olağanüstü olaylar makbul sebep olarak kabul edilmelidir.

Anayasa’ya 3.10.2001 tarih ve 4709/15 sayılı Kanunla eklenen <Hiç kimse sadece sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz> hükmünün de olayımızda geçerliliği bulunmamaktadır. Zira 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 5358 sayılı Kanun ile değiştirilen 340. maddesinin Anayasa’nın 2, 10, 11, 13 ve 38. maddelerine aykırılığı iddiasıyla itiraz yoluyla yapılan başvuru hakkında Anayasa Mahkemesi’nin 10 Nisan 2008 günlü Resmi Gazete’de yayımlanan 28.2.2008 tarih 2006/96 Esas, 2008/65 Kararı ile özetle, <…itiraz konusu kuralda düzenlenen yaptırım Anayasa’nın 38. maddesinin sekizinci fıkrasında sözü edilen doğrudan sözleşme yükümlülüğünün yerine getirilememesi olmayıp, kanunla getirilen ve kamu otoritesince yürütülen cebri icranın etkinliğini sağlama amacını taşıdığı…> gerekçesiyle bu kural Anayasa’nın 38. maddesinin sekizinci fıkrasına aykırı bulunmamış ve itirazı reddetmiştir.

Tazyik hapsinde amaç yükümlülüğün yerine getirilmesini sağlamaktır. Borçlu, ödeyebileceği bir borç için taahhütte bulunmalıdır. Borçlu tarafından borcun makbul sebep sebebiyle yerine getirilemediği ileri sürülmediğine göre, mahkemeden re’sen bu konunun araştırılması da beklenmemelidir. Hal böyle olunca itirazın reddi yerine, yazılı biçimde karar verilmesi isabetsizdir.

Bozma kararının niteliği karşısında tebliğnamedeki sair bozma nedenini tartışmakta hukuki yarar görülmemiştir.

SONUÇ: Açıklanan sebeplerle Yargıtay C. Başsavcılığının yasa yararına bozma istemine atfen düzenlediği tebliğname yerinde görülmekle Ödemiş Ağır Ceza Mahkemesi’nin 17.6.2009 gün ve 2009/477 D.İş sayılı kararının 5271 sayılı CMK’nun 309/4-c maddesi uyarınca aleyhe tesir etmeyecek biçimde BOZULMASINA, <yargılamanın yenilenmesi yasağı> sebebiyle bozma kararı doğrultusunda yeniden karar verilmesinin gerekmediğine, 01.03.2010 tarihinde karar verildi.






T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU

ESAS NO. 2004/16-104
KARAR NO. 2004/120
KARAR TARİHİ. 25.5.2004


> TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇU ( Hiç Kimsenin Borcunu Ödemediği İçin Cezalandırılamayacağına İlişkin Anayasa Kuralına Aykırı Olduğu İddiası – Anayasa Hükmünün Acz İçindeki Borçluyu Korumaya Yönelik Olması – Ödeme Taahhüdünde Taahhüt Edilen Borç Miktarının Rakamsal Olarak Gösterilmesi Gereği )

> ANAYASAYA AYKIRILIK İDDİASI ( Taahhüdü İhlal Suçunun Borcunu Ödemeyen Sanığın Cezalandırılamayacağına İlişkin Anayasa Hükmüne Aykırı Olmaması – Anayasa Hükmünün Acz İçindeki Borçluyu Korumaya Yönelik Olması )

> BORCUN TÜM FER’İLERİYLE BİRLİKTE RAKAMSAL OLARAK ÖDEME TAAHHÜDÜNDE GÖSTERİLMİŞ OLMASI MECBURİYETİ ( Tahhüdü İhlal Suçunun Oluşabilmesi İçin )

> ÖDEME TAAHHÜDÜNDE BORCUN TÜM FER’İLERİYLE BİLRİKTE RAKAMSAL OLARAK GÖSTERİLMESİ MECBURİYETİ ( Tahhüdü İhlal Suçunun Oluşabilmesi İçin )

2709/m.38

2004/m.340


ÖZET : 1- Uyuşmazlık, Anayasanın 38. maddesine eklenen “hiç kimse sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonamaz” hükmünün taahhüdü ihlal suçları yönünden uygulanıp uygulanamayacağına ilişkindir. Üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren Anayasal düzenleme çerçevesinde sanığın borcunu hangi nedenlerle ödemediği araştırılmalıdır. Anayasa borcunu ödemeyeni değil, ekonomik acz içinde olup bu nedenle borcunu ödeyemeyeni korumaktadır. Ödeme gücü olduğu halde borcunu ödemeyenin ise cezalandırılması gerekir. Yerel mahkemenin direnme gerekçesi, bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde yasal düzenlemeye uygundur.
2- Ceza Genel Kurulu’nun ve özel dairelerin süreklilik gösteren kararlarında da açıklandığı üzere, İİY’nın 340’ıncı maddesindeki suçun oluşması için taahhüt tutanağında toplam borç miktarının, işleyen ve işleyecek faiz, vekalet ücreti, icra harç ve giderleri ile birlikte belirlenmesi, böylece borçlunun taahhüdüne esas olan miktarın açıkça gösterilmesi gereklidir. Bu miktar belirlenmediğinde borçlunun hangi miktar için taahhütte bulunduğu, bu taahhüdün kabulünün hangi miktarın nazara alınarak yapıldığı kuşkuya yer vermeyecek şekilde saptanamayacağından, ödeme koşulunun ihlali halinde cezai sorumluluk doğmayacaktır. Oysa somut olayda, 18.06.2001 tarihinde yapılan haciz sırasında düzenlenen tutanakta, taahhüt edilen borç miktarının ne olduğunun açıklanan şekilde belirlenerek, rakamsal olarak gösterilmediği anlaşılmaktadır. Bu itibarla sanığın ödeme koşulunu yerine getirmemesi nedeniyle cezai sorumluluğu doğmadığından, mahkumiyetine karar verilmesi olanaksızdır.

DAVA : Taahhüdü ihlal suçundan sanık İ.D’nin İİY’nın 340 ve TCY’nın 59. maddeleri uyarınca 25 gün hafif hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin İzmir 2. İcra Ceza Mahkemesi’nce 13.02.2002 gün ve 11663-753 sayı ile verilen kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesi’nce 08.10.2002 gün ve 10330-10135 sayı ile;
“4709 Sayılı Kanunla Anayasa’nın 38. maddesinin son fıkrasına “Hiç kimse yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonamaz” hükmü eklenmiş, bu hüküm 17.10.2001 gün ve 24556 sayılı mükerrer Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Anayasa’nın açık hükmü karşısında sözleşmeden doğan yükümlülüklerini yerine getiremeyen kişilere yaptırım olarak hürriyeti bağlayıcı ceza verilmesi mümkün değildir.
Sanığa TTK’na aykırı davranışı nedeniyle hürriyeti bağlayıcı ceza tayin ve takdir edilmiştir. Şikayetçi ile sanık arasındaki temel ilişki sözleşme hukukundan kaynaklanmaktadır.
Anayasa hükmünün üstün norm olması, sonradan yürürlüğe girmesi, yaptırım yönünden sanık lehine düzenleme yapılmasını zorunlu kılması karşısında kanun koyucu tarafından yeni hüküm doğrultusunda yasal düzenleme yapılmasının beklenmesi ve sonucuna göre uygulama yapılması gerekir” gerekçesiyle hükmün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 06.05.2003 gün ve 12180-1270 sayı ile; “… Anayasa Mahkemesi’nin 21.11.2002 tarih ve 20011415 Esas 2002/166 Karar sayılı hükmü ile TTK’ nun 340. maddesindeki kuralın, doğrudan sözleşmeden doğan yükümlülüğün yerine getirilememesi olmayıp, kamu otoritesince yürütülen cebri icranın etkinliğinin sağlanması olduğu, dolayısıyla yasada öngörülen yükümlülüğün sözleşmeden değil yasadan kaynaklandığı gerekçesiyle Anayasa’nın 38. maddesinin 8. fıkrasına aykırı olmadığına karar verilmiştir. Bu durumda TTK’ nun 340. maddesinin Anayasa’ya aykırılığından söz edilemeyeceğinden, kanun koyucu tarafından yeni yasal düzenleme yapılmasının beklenmesine de gerek bulunmamaktadır…” gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.
Bu kararın da sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığı’nın “bozma” istekli 26.01.2004 günlü tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Sanığın taahhüdü ihlal suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda çözümlenmesi gereken hukuki sorun, Anayasa’nın 38’inci maddesine 4709 Sayılı Yasa ile eklenen “Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğa bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz” hükmünün İcra İflas Yasası’nın 340’ıncı maddesinde düzenlenen ve yaptırımı özgürlüğü bağlayıcı ceza olan suç bakımından nazara alınıp alınamayacağı, dolayısıyla da 4709 Sayılı Yasa ile Anayasa’ya eklenen hüküm doğrultusunda bir yasal düzenleme yapılmasının beklenilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Özel dairece yerel mahkeme kararının, yakınan ile sanık arasındaki temel ilişkinin sözleşme hukukundan kaynaklandığı ve Anayasa’nın 38’inci maddesine 4709 Sayılı Yasa ile eklenen son fıkra uyarınca, çıkarılması gerekli yeni yasanın beklenmesi gerektiğinden bahisle bozulmasına karar verilmesinden sonra, konumuzu ilgilendiren İİY’nın 340’ıncı maddesinin Anayasa’ya aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi, 28.02.2003 günlü Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 21.11.2002 gün ve 415-166 sayılı kararında, söz konusu maddede belirtilen yükümlülüğün sözleşmeden değil yasadan kaynaklandığı gerekçesiyle iptal isteminin reddine karar vermiştir.
İcra ve İflas Yasası’nın “Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza” başlığını taşıyan 340’ıncı maddesinde;
111’inci madde gereğince veya alacaklının muvafakatı ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartının, borçlu tarafından makbul bir sebep olmaksızın ihlali, seçimlik hareketli suçlar olarak düzenlenmiş, yaptırımı ise özgürlüğü bağlayıcı ceza olarak öngörülmüştür.

Anılan yasada, yukarıda açıklanan yargısal kararlardan sonra 17.07.2003 tarihinde 4949 Sayılı Yasa ile çeşitli maddelerinde değişiklikler yapılmışsa da uyuşmazlık konusunu ilgilendiren 340’ıncı maddesi değiştirilmemiş, kural aynen korunmuştur.
Bu nedenle yasa koyucunun iradesinin de Anayasa Mahkemesi’nin kararındaki gerekçeye uygun olduğu anlaşılmaktadır.
Ceza Genel Kurulu’nun 22.01.2002 gün ve 294-1 sayılı kararında da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, anılan maddedeki “makbul sebep” kavramı, Anayasa’nın 38’inci maddesinin 9’uncu fıkrasındaki “yerine getirememe” kavramından daha dardır. Bu nedenle üst norm olan ve sanık lehine hükümler getiren bu yeni Anayasal düzenleme çerçevesinde, sanığın borcunu hangi nedenle veya nedenlerle yerine getiremediğinin araştırılarak, hukuki durumunun belirlenmesinde zorunluluk bulunmaktadır. Zira Anayasa, borcu yerine getirmeyeni değil, ekonomik acz içinde olup bu nedenle borcunu yerine getiremeyeni korumaktadır. Bu nedenle ödeme gücü olduğu halde borcu yerine getirmeyen ve taahhüdünü ihlal edenlerin cezalandırılmaları artık zorunludur. Yerel mahkemenin direnme gerekçesi, bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde yasal düzenlemeye uygundur.
Ancak, Ceza Genel Kurulu’nun ve özel dairelerin süreklilik gösteren kararlarında da açıklandığı üzere, İİY’nın 340’ıncı maddesindeki suçun oluşması için taahhüt tutanağında toplam borç miktarının, işleyen ve işleyecek faiz, vekalet ücreti, icra harç ve giderleri ile birlikte belirlenmesi, böylece borçlunun taahhüdüne esas olan miktarın açıkça gösterilmesi gereklidir. Bu miktar belirlenmediğinde borçlunun hangi miktar için taahhütte bulunduğu, bu taahhüdün kabulünün hangi miktarın nazara alınarak yapıldığı kuşkuya yer vermeyecek şekilde saptanamayacağından, ödeme koşulunun ihlali halinde cezai sorumluluk doğmayacaktır. Oysa somut olayda, 18.06.2001 tarihinde yapılan haciz sırasında düzenlenen tutanakta, taahhüt edilen borç miktarının ne olduğunun açıklanan şekilde belirlenerek, rakamsal olarak gösterilmediği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla sanığın ödeme koşulunu yerine getirmemesi nedeniyle cezai sorumluluğu doğmadığından, mahkumiyetine karar verilmesi olanaksız olduğu için isabetsiz olan yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığı’na tevdiine, 25.05.2004 tarihinde tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliğiyle karar verildi.

About The Author

Leave a reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.